Terapi odasının önemi terapinin etkili olmasıyla doğru orantılı bir ilişki içerisindedir. Terapiye başlama kararını almak bazen çok kolay olmayabiliyor. Gerçekten de hiç tanımadığınız birinin karşısına geçip de kendinizi, hayatınızı, belki yaşadığınız zorlukları anlatmak özellikle başlangıçta endişe verici olabilir. Bu kararı alan bir kişinin aklına gelebilecek bir sürü soru olabilir. Terapistimi nasıl bulurum? Kiminle çalışmak istediğime nasıl karar veririm? Ne kadar bir seans ücretini karşılayabilirim? Yüz yüze mi çevrim içi mi bir sürece başlasam? Yüz yüze gideceğim yer nerede olacak, nasıl gideceğim? gibi daha çok fazla çeşitlendirebileceğimiz sorular var. Söz konusu durum bu olduğunda da danışanların aklına Acaba nasıl bir terapi odasına gideceğim? Oda nasıl tasarlanmış olacak? En özelimi paylaşacağım bu alanda kendimi rahat hissedebilecek miyim? gibi soruların gelmesi de çok olağan. Ancak bu soruların cevapları önemli, ve bunları düşünmesi gereken kişi de terapist. Elbette yeni bir danışan ile sürece başlamadan önce bir terapistin kafasında da bir sürü başka sorular oluyor ve belki de tam da bu yüzden bu sorulara çok sıra gelmiyor. Ama giderek artan çalışmalar gösteriyor ki bunları da düşünmemiz gerekiyor. Çevresel psikolojinin bize öğretilerinden bir tanesi, fiziksel çevrenin üzerimizde etkisi olduğudur. Her zaman farkında olmasak da, içinde bulunduğumuz bir oda orada kendimizi nasıl hissettiğimizi direkt ya da dolaylı olarak etkileyebilir. Bunlar, aynı zamanda o odanın sahibi, o odada geçireceğimiz zamanla ilgili bazı duygu ve düşüncelerimizin oluşmasında etkili olur çünkü fiziksel çevrenin sembolik işlevleri de vardır. Odalar sahibi hakkında konuşabilir. Canter ve arkadaşlarının (1974) yaptığı bir araştırma, bir kişinin yaşadığı fiziksel ortamın, diğer insanlar tarafından oluşturulan izlenimleri etkilediğini göstermiştir. Yani bir kişinin odasının düzeni, görünümü gibi faktörler, başkalarının o kişi hakkında oluşan izlenimlerinde önemli bir rol oynayabilir. Dolayısıyla, terapi odaları da danışanların terapistler hakkındaki ilk izlenimlerini etkileyebilir. Nitekim, Ito-Alptürer (2016) tarafından yapılan bir ön çalışma, danışmanların ne kadar iyi olduğuna dair fikirlerimizin, danışma odalarındaki mobilya ve oturma düzeninden etkilenebildiğini göstermiştir. Bu da, odada çalışan terapisti değerlendirmek için çevresel ipuçlarının kullanılabileceği anlamına geliyor. Yani, aslında farkında olmadan terapi odalarımız ile danışanlarımıza kendimiz ve de terapi hakkında fikirler veriyoruz.
Tez çalışmamda yaptığım araştırmada da bu doğrultuda, terapi odası iç tasarımlarından yola çıkarak danışanların orada görecekleri psikoterapiye dair beklentilerini araştırmak oldu ve sonuçlar beklentilerin odaya göre farklılaştığını gösterdi. Bu durum da terapi odasının önemi konusunda bize fikir veriyor. Türkiye’de yaygın olarak kullanılan doktor muayenehanesi gibi, ofis tipi eşyalarla dekore edilmiş odaya Türk katılımcılar sıcak bakmıyor. Bu tip odayı soğuk, hiyerarşik ve rahatsız buluyorlar. Aslında son senelerde Türk televizyonunda giderek artan terapilerde de sık sık bu oda tarzını görüyoruz, ancak bu tip oda danışanların ihtiyaçlarını karşılamıyor. Türkiye’de daha önce yapılan bir araştırmada, arada masasız oturma düzeni ve ev ortamı gibi yumuşak mobilyalı terapi odalarının ofis tipi çalışma masalı odalardan daha çok tercih
edildiği göstermiştir (Ito-Alptürer ve ark., 2012). Danışanlar daha çok yumuşak, konforlu mobilyaların olduğu, evde oldukları hissini veren odalarda bulunmayı tercih ediyor. Ev gibi bir ortamda kendilerini güvende hissetmeleri daha kolay oluyor. Terapist ile eş koltuklarda, aralarında bir sehpa, masa gibi mobilya olmadığı tasarımda ise kendilerini terapide daha eşit bir konumda, daha rahat ve samimi hissediyorlar. Terapötik ilişki için bu eşitlik oldukça önemli, bu yüzden müdür tipi büyük/yüksek koltukta oturmamakta ve danışanı daha alçak misafir sandalyesine
oturtmamakta fayda var. Ayrıca danışanlar arada masa gibi bir engel olduğunda, terapi gibi en mahremlerini konuştukları bir süreçte aradaki masayı samimi iletişime engel, mesafe
koyan bir unsur olarak görebilirler. Başka bir önemli nokta ise terapi odasının hastaneyi andırmaması. Hastane gibi bir ambiyans olmaması, danışanların terapist-danışan ilişkisinin doktor-hasta ilişkisinden farklı olduğunun farkında olması açısından mühim. Günümüzde terapiye gitmenin ‘hasta’ olmakla ilgili olduğu inancı azalmış olsa da zaman zaman hâlâ karşılaştığımız bir durum. Dolayısıyla ortamın bu mesajı taşımaması da süreç açısından faydalı bir nokta olabilir. Steril ve soğuk, “medikal” görünümünden mümkün olduğunca kaçınmalıyız. Psikoterapiye başlamadan önce ilk izlenimi oluşturan şey terapi odası olduğundan, terapi odalarının nasıl tasarlandığı düşündüğümüzden daha etkili gibi gözüküyor. Zaman zaman geri planda kalsa da, git gide artan psikoterapi hizmetleri ile birlikte bu konu hakkında daha çok düşünmeli ve kullanıcılar olarak danışanların konforunu ve iyiliğini sağlayacak tasarımlar yapmak için bilgilerimizi genişletmeliyiz.
Klinik Psikolog İrem Soytürk
Kaynakça:
Canter, D., West, S., & Wools, R. (1974). Judgements of people and their rooms. British Journal of Clinical Psychology, 13, 113-118.
Ito-Alpturer, M. (2016). Environmental inference in psychological counselling rooms: Effects of room settings on the judgements of counsellor qualities (OR0911). International Journal of Psychology, 51(S1), 562.
Ito-Alpturer, M., Yilmaz, G., & Çoskun, F. (2012). Psikolojik danışmanlık odasında danışanların önemsedikleri iç mekan özellikleri. Proc. 17. Ulusal Psikoloji Kongresi, İstanbul (pp.79- 80.
Bu yazımız da ilginizi çekebilir; Varoluşsal Kaygılar ve Sorgulamalar